Tedrisat-ı Maşukiyye Kanun'u Muvafakatı

En başından söyleyim aslında muvafakate varılmış bir kanun falan yok ortada, herkes kafasına göre takılıyor...


-----------------


İnsanoğluna karışmama kararımı bozmak istemiyorum, lakin içimdeki "birilerini kategorize etme" arzusu bambaşka ve nalet falan da olmasın yani o içimdeki arzuya, Muro falan anlamam ben :))


Şimdi canlar;
Çok seviyoruz bu bahane olayını.


Bazen birini kırmamak için, bazen de bilhassa kırmak için bahane yazıyoruz.
Hatta iş o kadar dallanıp budaklanıyor ki bazen karşılıklı "bahaneleşiyoruz!"
Güldürdüğü kadar düşündürüyor da bu bahanecilik işi.
"Albeni" adlı süper lezzetteki çikolatayı yemek için gerekli bir obje değil sadece.


Bu vesileyle buradan bilumum bahane mağdurlarına seslenmek ve tüm bireyleri bilinç kasırgam içine çekmek istiyorum:

- Senden çok hoşlanıyorum.
- Ya ama.. Ben şey... Hık mık... Kem küm... Ya bak valla sen aslında mükemmel bir insansın, harikasın ama ben sana kardeş gözüyle bakıyorum canım ya.


Eveeeet sevgili bahanezedeler, burada ben devreye giriyor ve sizi inisiye ederek bilinçaltınıza şu cümleyi sokuyorum. Şimdi derin nefes alarak 5. çakranızı açın:


- Anladım da madem ben mükemmel bir insanım, ben harikayım ve sen bana kardeş gözüyle bakıyorsun, peki neden Kudurcan'a / Şehvetgül'e (muhattab cinsiyete göre değişken) de kardeş gözüyle bakamıyorsun?
Haa eğer ona aşıksan benim gibi mükemmel bir insana neden aşık olamıyorsun? Madem ben mükemmelim, o zaman benimle ol.
Madem bana kardeş gözüyle bakıyorsun, o zaman ona da öyle bak.


Ve madem Adem madende badem yemiş, neden bize söylememiş? (Bunu tek seferde söyleyen son iki kişiye bir kase badem alıcam, söz :) )

Şimdi gidip çakralarınızı bir çalkalayıp gelin. Size ayak yapan, bacak yapan, kol, bilek falan yapan bilumum insan evladını da bu yolla refuse edin, devre dışı bırakın, varsın terbiyesizllik sizde kalsın...

-----------------


Şimdi bu aralar senaryo kıtlığından mütevellit, roman uyarlaması diziler moda oldu.


En modası da "Aşk- Memnu".
Bir de başında "Uşak Ziya Halitgil'in Ölümsüz Romanından" diye intro yapıyorlar ki, hayranıyım o cümlenin.


Yani Halit Ziya'nın romanındaki, Behlül'ün Nokia N90 model cep telefonundan Bihter'e attığı mesajları falan o kadar iyi çözümlemişler, Boynuzlu Adnan Bey'in şirketinin Euro hesabından yaptığı hesap hareketlerine o kadar iyi değinmişler ki...
Halit ve Ziya Uşaklıgil kardeşler bugün yaşıyor olsaydı ayakta alkışlarlardı senaryoyu, eminim.


Neysem, benim artistlik taslayacağım konu bu değildi.


Şimdi efendim bir insanın babası yaşındaki bir herifle evlenmesinin doğuracağı sonuçları falan bir kenara bırakırsak...
Biliyorum, zor olacak ama!


Bir insanın yengesine sulanmasına, hatta daha popüler bir ifadeyle "yazmasına" sebebiyet veren şey ne olabilir ki?
Hele de bu yenge ile arada hepi topu, 4-5 yaş fark varken.


Hadi geçtim bu yenge mevzuunu.


Bir insan, diğer bir insanı herhangi bir sebep yokken ortada, neden bu denli arzular ki?


Yani bu Behlül kişisinin kendi emeğiyle kazandığı bir evi, arabası, banka hesabı falan yok.
Hepsi emmisinin enayiliğinden gelen bir yardımseverlik hareketi.


Hatta bu diziyi de geçtim.
Scotty'nin bizi gerçek hayata ışınlamasını emrettim.


Kendi halinde bir hatun kişi, neden öküz tabir edilebilecek bir elemanın işkencelerine umarsızca göğüs germeye çalışır ki?


Bu öküz kişinin elle tutulur, bir baltaya sap olur bir yönü de yoktur ve iki taraf da bunun farkındadır üstelik.


Ve bütün bunlara rağmen hatun kişi, daha ilk buluşmada "vermeye" razıdır oysaki.
Neden yahu?
Why hatta??


Aşk denilen şey gerçekten de bu kadar onur kırıcı olabilir mi?


İşin ucunda para, şöhret falan olmayan durumlarda bile bu vukuatlara defalarca şahit oldum.


Arkadaşım, bizim erkekler arasında "otsu bitki" dediğimiz tip tarafından tartaklandı, hepimizin içinde küçük düşürüldü. Ve halen ortada bir "sürmekte olan ilişki"den söz ediliyordu.


Birbirilerinden herhangi maddi bir çıkar olmasının imkanı yoktu, hatta kızın kendi ekonomik özgürlüğü de vardı, hatta ve hatta "uçkursal" bir beklenti bile o kadar tatminkar değildi ama.


Halen soruyorum neden diye?


-----------------


Gün geçmiyor ki aşkın bir zuhahapatolojik yönünü daha keşfetmeyelim be sevgili okurcular...
Kendini "en güzel güne, en özel kişiye" saklayanlara hep saygı duymuşumdur, dahası olması gereken de budur benim için...


Heleki bu saklama işini yıllara yayanlar.
Duygusal bakımdan felfecir bir yoğunluk yaşamakta olduklarına inandığım insanlardır onlar, ki bu insanlara büyük bir hayranlık beslemişimdir hep.


Üstüne bu yılları, bir de yollara, mesafelere yayanlar vardır ki...
Hani öldükten sonra sorsalar bana:


-Ya hacı, sen şimdi bilmem kaç küsür sene yaşamışsın ama bak şimdi sen de bizim gibi öldün gittin, şu hayatta insan olabilmek adına kaç kişiye rastladın allasen? deseler...


Bu insanları oturur anlatırdım uzun uzun.


Gözlerini açtığında karşısında gördüğü ilk canlıyı annesi zanneden ve buğulaması acayip lezzetli olan bazı hayvan türleri gibi birşeydi bu...


Maşuk kişisi, diğerlerinden ne daha uzun, ne de daha kısaydı.
Güzel veya çirkin de değildi.
O zamanki nüfus sayımı verilerine göre ülkedeki mevcut envai çeşit insandan biri olması dışında artı bir özelliği yoktu.


Aşkta mantık olsaydı belki o zaman aşk denilen birşey olmazdı, lakin aşk vardı, olanca mantıksızlığına rağmen...


Resmi hiçbir kayıtta geçmeyen, gayri resmi dayanağı bile olmayan 8 yıllık bir bekleme süreci insana ne katar ne katmaz, ne değiştirir ne değiştirmez tartışılır ama insan aşık olduktan sonra 8 yıl da beklermiş, 88 yıl da beklermiş, beklerken kök de salarmış, kendini de salarmış, buna şahid oldum ben...


Şahidi de oldum, şehidi de!


-----------------


Metal müzik endüstrisinde flamethrower kondüktörü olarak çalışan, soba borusundan hallice kalın, davudi sesli amca pek doğru söylemiş:


Gönül yarasından koruyun birbirinizi,
Çünkü birlikte geçirebileceğiniz zaman çok kısadır.
Uzun yıllar sürse bile birlikteliğiniz,
Bir gün size dakikalar gibi gelecektir.


Gel gelelim,
İnsan dediğimiz bu köfte harcının, daha yoğurulurken içine konulmuş ne konulacaksa ve ekmek de fırından çıktıktan sonra içinden suyu veya hamurunu geri çekmek pek mümkün olmuyor ne yazık ki...


O yüzden ilacı olduğu için kendi kel başına da sürebilen, sevgi dolu bireysel kişiniz size şöyle nasihat eder:


Eninde sonunda yiyeceksiniz bu naneyi, en azından edebiyle yemesini bilin.
Severken insan gibi sevin, siz veya sevdiğiniz insan değilseniz, hiç olmazsa taklit yapın.
Baktınız olmuyor, efendi efendi ayrılın, içine edip batırtmayın, adamın asabını da bozmayın.


Sevgi ve esenlik içinde dağılın üleeynn!!


-----------------


Not: Ben bu satırları yazarken Michael Jackson vefat etmiş. Milyonları peşinden sürüklemiş bir insan artık yok, hiç olmamış gibi.

O halde tık eyleyin:
Ölmüş Bir İnsanın, Hayattakilerin Anılarında Yaşamasının Fiziksel Mümkünlüğü...

Asosyal Bilimler Fakültesi

Dışarı çıktım ben dün!.
Valla billa!!


Dışarıda tıpkı benim gibi akciğer solunumuyla yaşayan insanlar gördüm.
Üstelik bunlardan bazıları erkek ve dişi gibi iki farklı cinsiyetteydi.


Ey Kainatın Yüce Mimarı!...
Dünya ne kadar garip bir yer böyle!


Tabii bu ilginç su altı dünyasına kendi kararımla da gitmedim. Davet edildim.


Bir zamanlar üniversite diye bir kümeste iki yılımızı hep birlikte heder ettiğimiz arkadaşlarım beni çağırdı.
Tabii benim gibi yüzü görüldüğü zaman kişiye direkman cenneti garantileyen bir insanı görmek elbetteki büyük bir ayrıcalıktı.


Yahu o değil de,
Konuşmayı unutacağım aklıma gelmezdi hiç.
Keşke önümde bir klavye olsaydı.
Güleceğim zaman ":)" yapsaydım.
Bana birşey sorulduğu zaman iki dakika kafa patlatıp böyle uzun uzun ve tilki espirilerle cevap yazsaydım..


O esnada kafamın üstünde "Syrano ileti yazıyor" diye bir ibare belirseydi.


Yada otomatik mesaj verseydi "yan masadaki kızı kesiyor" falan diye.


Biri bi espiri yaptı.
Öküz gibi güldüm, güldükten sonra kendimden utandım.
Yan masalardan bana dik dik bakıyorlar "nereden geldi bu genç öküz" der gibi.


Kötü bir anımı anlatıyorum.
Tüm çay bahçesi zorunlu olarak kulak misafiri, hatta artık kulak mahkumu falan oluyor.
Manyak bir herifin paramı nasıl iç ettiğini ve bunun karşısında benim tutumumu bilumum insan evladı öğrendi o bahçede.


Bir şey değil arkadaşlar iki de bir dirsek vura vura onlarda dirsek, bende karın kalmadı.
"Canım azıcık sessiz ol, bize bakıyorlar" demekten dillerinde de muhakkak tüy, kıl, yün yumağı falan bitirmişimdir.


Artık evlerine gidince Mefaret Teyze, Nurbanu Abla'ya anlatır:
" Kız geçen gün Şazimentgille (Şanzuman :) ) çay bahçesine gittik... Ayy bu gençler ne terbiyesiz olmuşlaaaaağğğrrr tüh tüh tüh. Hele bi oğlan vardı 2.80... Ay bağıra çığıra konuşuyooorrr... Annah dimissim..."


Bir de iki kelimeyi bir araya getirip konuşamadım ya ona yanarım.
Bir zamanlar "üç tunç tas has kayısı hoşafı" uzmanı ve "bir berber bir berbere gel bre berber beraber bir berber dükkanı açalım demiş" mütehassısı iken şimdi " bizim Burcu Manisa'yı kazanmış" bile diyemedim.


Karşımdaki insanın adını bir türlü söylememenin verdiği utancı nasıl bertaraf etmeye çalıştığımı bir ben bilirim bir de Oya Bilir... (Diş Hekimi Oya Bilir & Kocası Kaya Bilir :) )


Böyleyken böyle işte.
Oradayken bile kendimi fazlalık gibi hissetiğimi düşünmedim değil.
Lakin uzun süre aynı kümesi paylaştığım tavuk ve horozlarla bir araya gelmek de eğlenceliydi vesselam...


Sevgiyle kalmanız menfaatiniz icabıdır.
(^_^)


---------------------------



---------------------------

Ölmüş Bir İnsanın, Hayattakilerin Anılarında Yaşamasının Fiziksel Mümkünlüğü...

Şimdi efendim şu insan dediğimiz ıslak, kaygan ve kısmen tüylü et yığınlarının sadece gördüklerine inanması, "eğer varsa, hani nerede o zaman?" diye akılları sıra mantık yürütmesi falan var ya...
Külliyen yalan abicim o.
Valla!
Yeminlen bak!!


Mesela beni görmeyen o kadar çok insan var ki.
Bu benim yok olduğumu ispatlar mı?
"Ben inanmıyorum, Syrano diye biri yoktur" deyin de göstereyim size Abu Gannuş kebabını :))


Evet, şimdi kendi bireysel kişiliğimi ispat ettiğime göre bir de benden başka yaşam formlarının varlığını kendi içimde kanıtlayım da kendimle çelişkiye düşmeyeyim.


---------------


Uzun-kısa bir ilişki, acı-tatlı günler vs. hepsi bir yana...


Kendimin var olduğunu, başka insanların da aynı şekilde, bir yolla var olduklarını bana hatırlatan tek şey nedir biliyor musunuz?


Anılar efendim.
Anılar , anılar!!!
Hah...


Birisiyle tanıştım yıllar önce.
2 hafta sürdü herşey.


Ortak birşeyler yaşamamız, paylaşmamız.
Tanışıp, konuşup, anlaşmamız.


O ve onunla ilgili yaşanan herşey sadece iki hafta!
Ve hepsi bu!!!


Yani ne bir resim, ne bir yazı, hatta tek bir harf,
Onun söylediği bir söz, sesinden bir tını,
Oldu olacak TC. kimlik numarası veya nüfus kaydı,


Hasılı, öyle bir insanın var olduğunu, dünyada katı, sıvı veyahut gaz halinde bile olsa herhangi bir şekilde varlık gösterdiğini ispatlayacak herhangi birşey...


Yok, mevcut değil, bi'la kayd, butlan!!!


Onunla ilgili herşey o iki hafta ve o iki haftada yaşadıklarım.
Yaşadıklarımız bile değil.
Yaşadıklarım.


Rüya denilen ve bazen gerçek hayattan daha da gerçek olduğuna inandığım o kasabada gördüğüm insanlarla ilgili hislerim de aynı şekilde.


İsveçistanlı bilim adamlarının tespitine göre her gece ortalama sekiz saniye boyunca yaşadığım olayları diyorum.


Onlar da aynı!
Sadece bir süre boyunca görmüşlüğüm var, fakat varlığını ispat edebilecek yeterli veri yok elimde.


Dolayısıyla gerçek ve rüya arasında da bir fark yok.


Olayı Einstein yazılıp Aynştayn diye okunan abinin bakış açısıyla değerlendirdiğim zaman aslında bunlardan biri bildiğimiz, anam babam "fiziksel" bir olay. Yani neticede hayali bir arkadaş yapıp, onunla da binbir gece masallarını oynamak her zaman için mümkün ama fiziksüel alem dediğimiz ortamda bu biraz farklılık arzediyor.


---------------


Ölmüş bir insanın, hayattakilerin anılarında yaşamasının fiziksel mümkünlüğü de bu noktada devreye giriyor işte.


Allah gecinden versin, verince de hayırlısını versin ama ölümden bahsetmeyi istemiyorum bile.


Fakat en azından hatıralarımda yaşayan bir insanın fiziksel olarak da yaşıyor olmasına kendimi nasıl inandırabilirim, onu düşünüyorum.


Aklımda kalan tek şey adı.
Ne sesi, ne yüzü, ne de ona özgü herhangi bir iz, somut olarak.
Anılar bir de.


İnsan ölünce böyle mi oluyor?
Sanki hiç olmamış gibi.


Onun için dökülen onca para, onca emek bir hiç miydi yani?


Besin zincirine ortak olup, günde en az üç öğün ekmek tükettiği yetmiyormuş gibi, şimdi de ortadan kaybolup gitmesi, bir insanın, bu anlama mı geliyor acaba.


Ailesinin onca emeğine ve uğruna saçtığı milyarlarca paraya rağmen okuldan evine dönerken dürzü bir varlığın kaza kurşununa denk gelerek dünyayı terk eden bir insanın vücuda getirdiği tek şey anılar mı?


MÖ'den önce yapılan heykellerin sahibi nerelerde acaba?
O kadar heykelin kozmik bir karmaşa veya taşın zamanla evrim geçirerek meydana geldiğine inanmak güç çünkü...


---------------


Buna kimileri "ultra-abaza" der, kimileri "romantik", kimileri "çaresiz"; ben "eski defterlerden medet ummak" diyorum.


O iki haftanın izini dört yıldır sürüyorum.
Benim eski defterimi kim bilir kimler karalamış, kim bilir kimler yeniden yazmıştır hiç düşünüyor muyum tabii?
Hayır, no, nein, niet, la...


Dahası,
Böyle ince hesaplar peşinde koşan bir insanın, hayatındaki tek endişesinin o iki hafta olduğunu falan da zannetmiyorsunuzdur umarım :)
Ediyorsanız etmeyiniz çok reca ediciim...


Bir zamanlar, bir şekilde iletişim kurduğum, arkadaş, dost olduğum,


Hoşlandığım, aşık doluğum, hayalleriyle yanıp, kül olup, küllerimden yeniden doğduğum,


O kadar çok insan, o kadar çok "anı" var ki şu 1.200 gramlık beyin organımda...


İşi daha da psikopata bağlamamak adına, bir de benim hakkımda böyle düşüncelere dalan insanlar olup olmadığını düşündüğümü ve mail adresimin şifresinin İstanbul'un fethedildiği yıl olduğunu söylemiyorum bile, o açından müsterih olunuz yani :)


Ben her ne kadar ısrarla tekrar etsem de siz yine de sevgiyle kalmayı aklınızdan çıkartmayın.
(^_^)


---------------


Mevzu bahis olan "Ölmüş Bir İnsanın, Hayattakilerin Anılarında Yaşamasının Fiziksel Mümkünlüğü..." konusunun esin kaynağı olan çalışma bu işte.

Tabii orijinal adı "The Physical Impossibility of Death In The Mind of Someone Living" ve tam çevirisi
"Ölümün, Yaşayan Birin Aklındaki Fiziksel İmkansızlığı" olsa da benim cümleyi anlayış ve yorumlayış şeklim biraz daha farklı ve daha romantik geliyor bana :))