Hafta Sonunun Sonu

Cumartesi ve Pazardan müteşekkil ve kime sorup da hafta adındaki yedi günlük bir dizinin son ikincisi ilan ettiğimizi anlamadığım bu son hafta sonunda, hayatımın geriye kalan, en azından bugüne kadar geçen hiç bir gününde yaşayamayacağım, göremeyeceğim, öğrenemeyeceğim kadar çok şey öğrendim.

Haydi bakalım alın, okuyun, anlayın şimdi bu cümleyi...

--------------------
Okul zamanlarında bile bu kadar bir arada olmadığımız, okullar bittikten sonra da can ciğer kuzu sarması olduğumuz arkadaşlarımla bir araya zaten ara sıra gelirdik.

Ama özellikle bu son haftaki buluşmamız, ilk defa şehirler arasına mâl oldu ve bir arkadaşım hafta sonu izninde, buraya geldi.
Geldiği şehirde zorunlu olarak bulunuyor, memuriyeti orada kazandığı için..

Benim yere yere, yerden yere vura vura doyamadığım, ömrümü mahveden o şehirde...

Konu ikimizin de hayatını aynı şehrin mahvetmiş ve mahvetmekte olduğu, hatta soyumuzun da aynı ilginç tesadüfle aynı ortak kökene dayandığı olsaydı, belki şu an sadece sevindirik bir çocukcağız olarak huzurlarınızda bulunacaktım.

Lakin herkesin hayatında kötü izler bırakan bir kişi, bir memleket, bir yıllar zinciri ve daha nicesi zaten Adem babadan beri bilinen bir gerçek olduğu için zırlak bir tavır takınıyorum an itibariyle...

--------------------

Tanıdığım tüm kızların bana kardeş gözüyle bakması gibi bir onura mazhar olduğumudan beri artık daha az mızmızlanıyorum.

Artık asıl üzüldüğüm şey, sevgili kız kardeşlerimin başlarına gelen olaylar.

Anlam veremediğim olay zincirleri, zincir halkalarını teşkil eden tapılası erkekler, masum aktiviteler, uğruna kapı kapı gezmeler, yenilen kazıklar, atılan kazıklar...

Herkesin ilişkiler konusunda Ordövr Profesör falan olması.

Sahi, bir de bu kazıkların verdiği acılar, o acılardan kurtulma yöntemleri...
Bazen etrafımın Borderline insanlarıyla dolu olduğu izleminime kapılışım...

--------------------

Tamam herkesin acısı kendine, tatlısı da kendine.
Kimsenin haddi değil insanların üzüntüleriyle dalga geçmek.

Hatta yardımcı olmak, arkadaşlarımı böyle zor zamanlarında teselli etmek, mutlu etmek isterim hep.

Ama, fakat, lakin, gel gelelim, ne var ki;

Neden şeytanın bile aklına gelmeyecek, veya gelse gelse anca şeytanın aklına gelecek tesadüflerle, kendimi o acının sebebi olarak buluyor ve bundan da en son ben haberdar oluyorum?

--------------------

İsmigül Lazımdeğiloğlu adında bir arkadaşım, daha doğrusu artık eski arkadaşım, burnumun dibinde istediği kişiyle istediği şeyi yaşadı. Her fotoğraflarını benim yanımda çekindiler, hatta fotoğraflarının çoğunu bana çektirdiler.

Sonra beni son derece ilgilendirmeyen bir sebeple ayrıldılar.
Ardından bu hanımkişinin yeni sevgilisi, nasıl bir güven ve sadakat örneği olduğunu ısrarla anlayamama rağmen (ki bu cümleye dikkat, bol bol kullanacağım) bana, benim gibi adını sanını, yeni sevgilisiyle olan mesafesini bile bilmediği bir adama mail yoluyla ulaşıp bilgi toplamaya çalıştı.

Kendilerini itina ile def etmem, hatta bu meselenin üzerinden de yıllar geçmesi yetmiyormuş gibi, işte tam da bu hafta sonu, o kızın eski sevgilisinin bana nasıl küstüğünü öğrendim.

Sözde bu hanımkişi, eski fotoğraflarını bana vermiş, photoshopta eski sevgilisini resimlerden silmemi istemiş. Ben de olanca aymazlığımla bunu yapmışım. Ve bunu bana söyleyen kişi bu mevzu bahis olan eski sevgili!

Daha yerel bir deyişle, "boşadığı avradın yeni kırığıyla muhabbet eden herif".

İki eski veya yeni sevgilinin aralarındaki ilişki beni zerrece ilgilendirmezken, bir de hain arkadaş, hatta şerrrrefsiz fotoşopçu durumuna düşmüşüm, farkında bile olmadan.

Ve aylardır da öyle nerede karşılaşsam ben bu adamın yüzüne gülüyordum, vaaay helalsin, kralsın diye şirinlikler yapıyordum kendilerine...

Sağolsun o da günahımı alıp bana gönül koymak yerine, zahmet edip bir de bana sormadı meseleyi.

-------------------- 

Yine dişi cinsiyete mensup bir arkadaşımla konuşuyoruz ve bilumum muhabbetin dibine vuruyoruz.
Sonra aradan geçen bir aylık süre boyunca hiç çıt çıkarmıyor.

Sonra bir gece yarısı çıtın tillahı çıkıyor:

Son konuştuğumuz hiç hoşuma gitmedi, şerefsizliğin alemi yok, seni siliyorum, bir daha da benimle konuşma!
O günü kafamda canlandırıyorum. Hatta o gün yazdıklarımızı zirilyon kere tekrar tekrar okuyorum, nerede yanlış bir laf ettim diye. Zeki Müren'den bile hallice edepli konuştuğuma kanaat getirmeme rağmen bir türlü çıkış bulamıyorum.

Sonra yeni bir mail geliyor.
Meğerse bu hanımkişinin sevgilisi, nasıl bir güven ve sadakat örneği olduğunu ısrarla anlayamama rağmen (Varan 2) kızın hotmail, msn, facebook ve daha bilumum şifre ihtiva eden profillerinin şifrelerini biliyor ve arasıra girip kontrol ediyormuş.

Zaten sonradan erkek arkadaşıyla konuşmuş, nasıl yaparmış böyle birşeyi, kızmış, o kim oluyormuş da onun ağzından şeyler yazıyormuş, "benim özel hayatıma karışma" gibi çok yaratıcı cümleler kurmuş.

O erkeğin üzerine benim saydığım kadarıyla iki kere de yeni sevgili gelip gitmiş.

Tabii bunun özrünü yine bu hafta sonu almış oldum. Gelip gidenlerinin maceralarını da öğrenmiş oldum.

-------------------- 

Son derece seviyeli ilişkilerini son derece seviyeli sözleriyle anlatan son derece eski arkadaşım, kendisiyle aynı sınıfta olduğum için, sınıfımızı basmaya gelen (evet, bildiğiniz, mecaz değil, gayet gerçek anlamıyla basmak) eski sevgilisinin şerrinden beni korumak için neler çekmiş, bir bilseymişim...

Sağolsun bu hafta sonu onu da bildim.

--------------------

Anne babaları "aman evladımızı okumaya gönderdik" diye kendilerini kandırırken, kırdıkları cevizlerle Emre Altuğ'un ceviz korkusuna hak verdiren, Ortadoğu ve Balkanlardaki ceviz stoklarını dolup taştırttıran, vakti zamanında kendilerine danışmadığım halde zina ile ilgili fetva da vermiş olan dostparelerime bu hafta sonu hayran kaldım.

Üstüne, bana da ilişkiler hakkında, evleneceğim kişi hakkında, aile yapım hakkında çok felfecir direktifler vermelerini şaşkınlıkla izledim.

İleride evlendikleri kızlara nasıl bir güven ve sadakat örneği göstereceklerini ısrarla anlayamamaya devam ettim.

Evlendikleri gece eşlerinin yüzlerine nasıl bakacaklardı acaba?

-------------------- 

Hayatımda ilk defa Recep İvedik denilen iğrenç varlığa hak verdiren ve "bu ne dingil hayat, bu ne kopuk hayat, bu ne manyak yaşam tarzı" dedirten, bazen kendimi ucunda kıyısında değil, çoğunlukla istemeden de olsa bizzat içinde bulduğum, daha azıcığını bile yazmamış olduğum, inanmak bile istemediğim tüm bu olaylara ne tepki vereceğimi bilemedim.

Aslında yine onlara bir şey demiyorum.

Hayat bu, kimse istediği şeyi, istediği gibi yaşayamıyor malesef.

Asıl ben, kendim, tüm bunlar karşısında kendimi nasıl değerlendireceğim, onu bilemiyorum.

Herkes beni kendi arasında bolca değerlendirmiş.
Çok da detaylı değerlendirmiş hani.

İşin garibi bir tanesi de asıl içimden geçeni tutturamadı, benim yaşadıklarım, yaptıklarım hakkında zerre kadar bile tutarlı tahminlerde bulunamadı, buna rağmen beni kendi doğrularıyla yargılamayı becerdiler ve TÜM BUNLAR OLURKEN BENİM RUHUM BİLE DUYMADI...

--------------------

Herşeye rağmen en sevindiğim şey, misafirimin, "haydi Syrano bir yana, ben ondan da çok üzüldüm bu yaptığına" demesiydi.

Ben de çok isterdim ona herşeyimi anlatabilmeyi, hayatı onun huzurunda yargılayıp ipe göndermeyi veya beraat ettirmeyi, kimse beni anlamıyor derken kastettiğim şeyin klasik bir ergenlik bunalımı olmadığını...

Hiç yapmadığı bir şey olduğu halde, içip içip ana avrat düz gitmesine sebep olan şeyin tesellisi olmayı.

Ben de anlatmak isterdim, yedi yıl bir hayalin peşinden koşmanın ve sonunda avucu tuz, biber ekip ekip yalamanın ne demek olduğunu...

Kardeş kaybetmenin acısını, aileyi bir arada tutmanın kaç cana, kan kana mâl olduğunu...

Ki lüzumu halinde ben de Little Emrah: Brotherhood of the Acı filminde oyuncu olabilirim, üstelik rol yapmam da gerekmez, kendimi oynarım...

Belki de hayattaki tek derdim bir kızın bana vermesi veya bir oğlanın benden alması olmadığı içindi kimseye laf anlatamıyor olmam.

--------------------

Hasılı;

Kimsenin cinsel hayatı beni ilgilendirmiyor, anlatmak için ölüp bitseniz de dinlemem.

Bana sevgili bulmak için ürettiğiniz fikirleri memnuniyetle ve bıkkınlıkla karşılıyorum. Hem zaten kendiniz uymuyorsunuz, hem de sizin anlayışınız bana en az Ajdar Anık'ın mayolu fotoğrafı kadar itici ve ters geliyor. Yine fikir vermek isterseniz verin, ama benim de birşeyler düşünmektan yoksun, tek hücreli bir canlı olmadığımı unutmayın.

Kendinizi marangoz olarak görmenizi bir yere kadar anlıyorum ama karşınızdakini neden odun olarak görüyorsunuz onu pek anlayabilmiş değilim. Sizi cebimden çıkartabilecek olma potansiyelimi görmezden gelerek kendinizi komik duruma düşürüyorsunuz.

Hem nezaketen, hem de sırf ileride siz de bana karşı ısrarcı olamayasınız diye beni her sattığınızda, her ektiğinizde alttan alıyor, üstüne ben özür diliyor ve hiç bir konuda ısrarcı olmuyorum. Ama sizin bahanelerinizin kutsallığı karşısında benim sebeplerimin bu kadar geçersiz olması sinirlerimi feci şekilde yıpratıyor.

Ve en önemlisi,
Benimle bir sorununuz olduğunda bunu benden başka herkesin biliyor olması yüzünden karaciğerim iflas etti, boynumdan ikinci bir kafa çıktı, ayaklarım toplu greve gitti. Yeter artık.

Belki gözünüzde Muhammed Ali Clay gibi her tuttuğunu koparan, yumruğuyla dağ deviren bir imaj vermiş olabilirim. Fakat sonunda beni de Parkinson hastası yapmayı başarmak üzeresiniz.

--------------------

Hayatı seviyorum.
Yaşamı kuşlar, böcekler, vattırı, vızzırı gözlükleriyle izliyorum.

Dünyayı adam etmek için öncelikle kendimi tımar etmeyi yaşam felsefesi edindim.

Fakat ortada düzeltilecek bir dünya, hopidik hopidik olunası kuşlar ve böcekler olmadığı gözüme gözüme sokulurken, bunu yapmakta çok zorlanıyorum.

Biraz saygı...
Çok mu şey istiyorum?

--------------------

Eski güzel günler anısına

 

0 Yormuyorum: