Aşkın Izdırabına Dair Aforizmalar

İnsanoğlunun iki temel çözümünden birine an itibariyle teşhis koymuş bulunmaktayım hanımefedilerim, beyefendilerim.

İkinci temel sorun olan para hususunda da bir tanım yapmak isterdim ama o tanımı yapabilseydim büyük ihtimalle sizden saklardım; o yüzden ilk temel soruna, Ademle Havva atalarımızdan beri süregelen o güzel saçmalık olan aşk hususuna parmak bastım.

Marx efendi saçına sakalına bakmadan Das Kapital'i yazmış olabilir ama kimse kusura bakmasın ya, onca mutasavvıf, bunca sosyolog, şunca ürolog, ve daha kim bilir nice kamyon şoförüne rağmen, çağlardır çözülememiş sorunu nihayet ben tespit ettim!

Ha çözebildim mi? Hayır!
Ama bu süper zeka bende varken, yakında onu da yaparım.
Değil mi?
Değil.

------------------------------

Şimdi bir kere, ortada doğuştan sahip olunan bir şey (Şey, evet. Çok bilimsel bir tabir) var. Yani ana karnından çıktığımız vakit (tabii arada baba karnından çıkan varsa bilemeyeceğim, tezimin tek çıkmazı da budur, zaten bu yüzden kanun değil, tez olarak kalmıştır) başlıyor tüm olay.

Türlere göre de değişkenlik gösteriyor.

Örnekin Skywalker;

Anne karnından fırlayalı 10 saniye geçmemiş bir deve yavrusu tespit ettiğimiz kadarıyla dünya var olduğundan beri annesinin göğsüne iki bacağının arasından uzanıp süt emmeye çalışıyor. "Yavrucum bak gel, yandan iç, başını şöyle uzat daha kolay olur" desen bile tınmıyor veled-i hayvanat!

Ama oğlaklar da illaki sol yandan yaklaşıyor.

Buzağılar da annelerinin önünden uzanıp tamamen bedenlerinin altına giriyor, öyle ulaşıyorlar süte.

Dünyaya geleli sadece saniyeler geçmiş olmasına rağmen tavsiyelerimize uymuyor, sanki her haltı biliyormuşçasına davranıyor, bizi deli ediyorlar.

Konumuz hayvanlar olsaydı onları adam etmenin daha kolay olduğunu söyleyebilirdim ama, ne yazıkki değil.

İnsanların doğuştan gelen özellikleri daha da anlamsız.

Ve işte benim tezim tam da bu noktada devreye giriyor.

------------------------------

Altın gibi saçlara ve gedik mi gedik dişlere sahip olan ilk aşkımız, bizim gibi olanca çocukluğuyla karşımızdadır fakat hakkında hissetiklerimiz hiç de onun bizim hakkımızda hissettiği şekilde değildir. 

Gayet, hatta aşırı derecede doğal bir durumdur. 4 yaşında karşı cins tarafından beğenilmek  istemeye başlarmışız diyor İsviçreli Bilim Kişileri. Lakin ben diyorum ki, bunu ifade etme konusunda doğuştan gerizekalıyız.

Eğer okul gibi zart diye karşımıza çıkan çoooook sosyal ortama dalmışsak bir kere, sanki gökten emirle gelmiş gibi biliriz, sevdiğimizi ifade ettiğimiz zaman kınanacağımızı, etraftaki eşşşoğ...  hmm... şımarık çocukların alaylarına maruz kalacağımızı, ve dahi hoşlandığımız kızın ağlayıp bizi öğretmene şikayet edeceğini.

Bu nedenle bu açılma olayını bizim yerimize en yakın arkadaşımız Murtaza yapar. Murtaza candır, canandır; Murtaza işçidir, emekçidir, yılmaz, korkmaz, sönmez...
Fakat Murtaza da neticede insandır ve ne hayra hikmetse (!) tüm sınıf artık 7 yaşında olan sizin, 6.8 yaşında olan bir başkasını sevdiğinizi öğrenir ve "x, y'yi seviyor; i, π'yi seviyor" diyerek salyalar saça saça gülmeye başlarlar, doğal olarak bu da maşuk kişinin kulağına gider ve ağlamaya başlar.

Bu ağlama hadisesi bile başlı başına bir konudur ama henüz o mevzuyu çözebilecek kadar vakıf olamadım sırrına...

Hasılı olay öğretmenin ıslak tahta kokulu kahverengi cetveliyle münasebete girerek son bulur.

  • Pekiii... (işte ilk tespit, tespit böceği)
Bu girişimi nasıl açıklıyoruz sevgili minikler?

Doğduğunuz andan itibaren sizi görenler, şirinlik muskası fiziğinizin karşı konulamaz cazibesine kapılarak oranızı buranızı öpmek suretiyle sevgilerini ifade etmeye çalışırlar. Ve beyin aleti, sevgi göstermenin en kesin yolunun öpmekten geçtiğine ve bunun çok doğal bir hareket olduğuna ikna olur. (Tespitto 1)

Bu vesileyle, öpüşen iki japon bebekle ilgili meşhur gif dosyasının sosyolojik çözümlemesini de yapmış bulunuyorum. Kızlar doğuştan lezbiyen değil, doğuştan şartlıdır. 

------------------------------

O bir demdir, gelir geçer; fazla uzatmayız demedik mi? Dedik.

Lakin vardığımız nokta da bizi şaşırtmadı.

En uçlarda dolaşan örneklerimizi yine aynı uçlardan vermeye devam edelim ki, uçurumdan aşağı yuvarlanmamız kolay olsun. 

Canlarım,
Siz her zaman sizdiniz; sevdiğiniz kişi siz sevmeden önce de o idi;  sevmediğiniz kişi, siz sevmeden önce de o idi; hatta inanması zor gelse bile Bakkal Yakup Amca dahi, yılların yaşlandırıcı etkilerine rağmen siz tanımadan önce de Yakup amca idi!

Hasılı, yıllarca yakın arkadaş olarak görükürken veya gözünürken, bir anda hoşlaşmaya başladığınız kişi bile (tercihen ve konumuz icabı yine karşı cins) kendisine karşı beslediğiniz yeni duygulardan önce de aynı kişiydi, halen de aynı kişi, hatta büyük ihtimal avucunuzu yaladığınız zaman da aynı kişi olmayı sürdürecek.

Fakat siz pek de aynı değilsiniz kuzum?

Ne oldu da değiştiniz?

Ne oldu da o kont-kontes cenapları, gözlerinizde bir anda kral-kraliçe halini almaya başladı?

The Name of the Rose (Gülün Adı) filmindeki Baskerwille'li William (Sean Connery abim oynuyor) efendinin dediği gibi "Tüm soruların cevabını bilseydim, şu an Paris Üniversitesinde Teoloji okutuyor olurdum".

Ama şunun cevabını biliyorum, hatta biliyoruz ki, bu durumda sebepsiz acılara hazır olmalıyız!

Yıllarca duyduğumuz arkadaş kelimesi artık bizde bir şerrrefsiz, bir N'altaaakkk, bir ana avrat düz gitme küfürgeci etkisi yapmaya başlar. Espirilerimize bizim onun için hissettiklerimizden dolayı değil de, sırf arkadaşlığımız hatrına gülüyor olmasının ezikliği, Viyana'yı ikidir kuşatamayan padişah acısını oturtur içimize.

Hangi sihirli el bizde bu değişimi yaşatır, henüz matematikte o konuya gelmedik. 

Lakin aynı sihirli el, hoşlanılan bilumum mevzuya da dokanır, illaki insan olması gerekmez.

Aşk ızdırabının milat günü, burnunuzun dibindekinin, gözünüzün ucundakinin, baseninizin kenarındakinin bilincine vardığınız o andır.

  • Şimciiiiii, (çok süper tespit geliyor şimdi, öyle böyle değil anlamında, dikkat)
O eli kırmakgerekir, öpmek mi gerekir sadece aşık kişi bilir.


Lakin o ızdırabı nacizane ben, Allame-i Cihan ve Pir-i Fani Syrano Efendi Külliyatı adlı kitabımda şu şekilde izah ettim:
Söylediğimiz zaman karşılık bulamayacağımız veya hiç olmazsa işlerin eskisi gibi devam edemeyeceği gibi bir riskten dolayı sevgimizi itiraf etmekten çekinirken, söylemediğimiz zaman da belki büyük bir fırsatı kaçırıyor olabileceğimiz ihtimali vardır. (Tespitto 2)

Doğumumuzla birlikte içimizde olan, büyüdükçe de pratik yapma fırsatı bulduğumuz sevgisel uzmanlaşma çabasının, beğenilme arzusunun, yine aynı şekilde, doğumumuzla birlikte bal gibi bildiğimiz, büyüdükçe pratik yaparak da suratımıza çarpa çarpa öğrendiğimiz neticelerinin en kesin açıklamasıdır bu.

------------------------------

Peki bu neden böyledir?

Tüm bu tespitler Syrano denen bir el oğlunun zırvalarından başka birşey değil midir?

Komşu kızının vermesi, sınıftaki oğlanın alması, karşı masadaki çocuğun tutması, zalim sevgilinin bırakması, neden bu denli önemlidir?

23 kişi bir araya gelerek "küçük hissediyorum" dediği zaman hakikaten o kutudan küçük bir miktar mı çıkar?

"Abi bizim bahtımıza yol kesin bozuktur" diyen şom ağzımız yüzünden mi o yolda 2 haftadır çalışma vardır, yoksa 2 haftadır çalışma olduğu için mi bizim içimize öyle doğmuştur?

Tüm bunlar hep göreceli şeylerdir.

Asıl mesele kutsiyettir!!

Evet efendim, kutsallık, birşeye verilen değer, zaten özünde olan veya olmayan değere bir de bizim eklediğimiz değer.
Birisi çıkıp da 13 saattir özene bezene yaptığımız iskambilden kuleyi osurarak devirmeye çalışırsa elbette çok kızarız. Değer verdiğimiz birşey kokulu bir gaz* uğruna yok olmuştur çünkü. (*, Bilimsel anlamda osuruk, ateşle tepkimeye girebilen bir gazdır; bu da size intikam hususunda bir kıyağım olsun.)

Elden günden sakındığımız, saçının teline kıyamadığımız kızımız, elin ayyaşı tarafından tokatlanırken, bir anne-baba olarak hissettiğimiz şey sadece öfke değildir. O saç teli için cehennemi kıskandıracak azap yöntemleri düşünmek isteriz. Sebebi de saç telinin organik değeri veya berbere satıldığı zamanki ederi değildir. O saçın bittiği kafa ve o kafaya sahip olan kişidir.

Yanınızdaki süper yakışıklı ve inanılmaz cana yakın oğlana kazara kolunuz değse kendinizi bulutların üstünde hissedebilirsiniz ama o oğlanın bu akşam eve gidecek otobüs parası yoksa, evinde ödenmeyi bekleyen faturalar varsa, arkadaş çevresi tarafından bir sebepten hor görülüyorsa, hatta varsa kız arkadaşı tarafından rencide ediliyorsa, derhal o bulutlardan iner, THY'den bir uçak satın alır, 10 yıllık bilumum faturalarını yatırır, arkadaş çevresinin saçını başını yolar, o sarı saçlı sürtüğü de ait olduğu kaldırım kenarlarına postalamak istersiniz.

Bunları yapmaktaki kazancınız, verdiğiniz değerle orantılıdır.

Gözünüzde ne kadar değerliyse, o kadar mutlu olursunuz.

  • Amaaaaaaaa (tespit pişti, ıscak ıscak)
Şimdi siz durmaz sorarsınız da, "Abe Syrano, sen ne it kafasın, durursun durursun da elin şoparına değercikler verdirirsin, de bakam neden" diye...

Bunu soracağınızı bildiğim için hazırlıklı geldim. Eğer bana gelecek haftanın loto sonuçlarını sorsaydınız, hatta Ölümsüzlük Ağacının yerini sorsaydınız hay hay der onu da söylerdim ama geçti artık...

Sabahtan beri doğmakla ilgili birşeyler saydırıyorum ya, o nane burada da var!

Kabul edin anacığım, bu hususta, yumurtayı çatlatır çatlazmaz daha selamunaleyküm abi bile demeden sıcak kumlardan serin sulara atlayan caretta carettalardan bir farkımız yok!

Dünyada sadece siz kalıncaya, hatta bilinen evrende siz de dahil başka herhangi bir madde kalmayıncaya kadar bunu yapmaya devam edeceksiniz, edeceğiz!
Değer vereceğiz, değerlendireceğiz. Bazen hiç değer bilemeyecek veya çok abartacağız ama asla bundan vazgeçemeceğiz. (Tespitto 3)
------------------------------

Değer dedik, doğuş dedik, ama işin bir de öküz tarafı var.

Yani tamam, biz elmayı seviyoruz diye elmanın da bizi sevmesi şart değil. (Sevse de süper olur gerçi, o ayrı)

Ama elma da elmalığını bilmeli bir zahmet!

Tutup armutluk taslamamalı, en iyisi olduğunu iddia edip de ayının eline düşmemeli.
Aynı şekilde birinci tekil şahıs olarak, biz de şahsiyetimizi korumalıyız, her tatlı su kaynağı gördüğümüzde aynalı sazan formuna girmemeliyiz.

Yoksa sonunda, ya bir yumurtlama mevsiminde yüzünü bile göremeyeceğimiz kadar çok çocuğumuz olur yada Balıkçı Şakir Lokantasında ağzımıza maydanoz yaprağı sokuşturup üstümüze limon sıka sıka servis ederler.

Şu da bir gerçektir ne acıdır ki,
Çarşamba pazarında elma ve sazandan daha yaygını yoktur!
  • Bunun sebebi deeeee (Tespit taşı diye birşey olsaydı keşke, ehe ehe) 
Ahhh ki ahhh, kendi içimizdekidir.

Sevmek ve sevilmek arzumuz, asla içten atılamadığı gibi, hemen dışa vurulamadığı gibi, bir de sabırsızdır.
Bakın iki saattir size anlatıyorum, o yağlı kanlı ve vıcık vıcık halimizle dünyaya teşrif ettiğimiz andan itibaren başlıyoruz buna. Aceleciyiz, çabuk istiyoruz, olur olmaz istiyoruz ve illaki istiyoruz.


Az istiyoruz, çok istiyoruz ama hemen istiyoruz.
Balıkçılar bile sazanları avlamakta acele etmezken, bahçe sahipleri bile elmanın olgunlaşmasını beklerken, biz insancağızlar hemencecik toplanmak, servis edilmek istiyoruz.
Çünkü damak zevki yerinde olan biri tarafından tadılmak o kadar güzel birşey ki!
Ama gel gör ki işte... (Tespitto 4)
------------------------------

Elma dedik, armut dedik, Kel Mahmut dedik (dedik mi) ve çözüm hariç herşeyi sunduk.

Keşke o da elimde olsaydı da sizi bu dertlerden kurtarabilseydim!

İnsanlığa o ufukları yaran bakışlarımla saygı duymayı, kalp kırmamayı öğretebilseydim.

Tecrübenin, hayat boyunca yenilmiş kazıklar bütünü olmadığını ispatlayabilseydim.
Acele etmemeyi, derin düşünmeyi, ön yargıları yenebilmeyi...

Öldükten sonra bir serçe ile bir imparatorun aynı şeye dönüştüğünü, önemli olanın kalplere hitap etmek olduğunu...

Yatağın, sadece yatay eğlenceleri değil, bir ömrü mutlu mesut geçirmeyi, güveni, mahremiyeti de garanti ettiğini... 

Keşke bunları anlatabilseydim.

Ama yok işte, olmuyor!
3 dakikadır meditasyon yapıyorum ve daha birinci çakrayı bile açamadım...
Daha iç dünyama döneceğim de, boyut değiştireceğim de, hepinizin ruhunu tek tek dolaşıp telkin vereceğim de... Uzun iş!

------------------------------

Tüm tespittolarımın, indinizdeki değeri nedir, hatta benim gibi şu an sadece kelimelerden ibaret olan birinin, sizin gibi etten ve kemikten müteşekkil biri için ifade ettiği şeyler nedir bilemiyorum.

Ama işte aşka, o en temel iç güdüye ve aynalı sazana bakış açım budur.

Ben de dahil herşeyin sizin sevginize layık olduğu,

Siz de dahil herkesin sevdikleriyle birlikte kaldığı,

Bu yazı da dahil tüm genellemelerin doğru olduğu daha güzel bir dünyada buluşmak üzere.

Her zaman olduğu gibi bu sefer de,
Sevgiyle kalın
(^_^)

------------------------------ 
 
 Aşkta aceleci davranmayı, sazan olmaya benzetirken kastettiğim tam olarak bu değildi.
Ama buna değdiğini düşünüyorsanız...
Neden olmasın!

0 Yormuyorum: